Yüklüyor...
Buradasınız:  Giriş  >  Zavallı bir yok oluş  >  Okumakta Olduğunuz Yazı

ZAVALLIK BİR YOK OLUŞ 5 (MANİFESTO 1)

Yazar:    /  21 Mart 2019  /  ZAVALLIK BİR YOK OLUŞ 5 (MANİFESTO 1) için yorumlar kapalı

    Yazdır       Email

‘Çağdaş endüstriyel toplumun yarattığı anormal koşullar arasında, aşırı nüfus yoğunluğu, insanın doğadan koparılmış yaşamı, sosyal değişimlerin hızı, büyük aile, köy ya da kabile gibi küçük ölçekli toplulukların dağılması konularını sayabiliriz.

Bilindiği gibi, kalabalıklaşma stres ve saldırganlığı artırır. Bugün geçerli olan aşırı kalabalıklaşma ve insanın doğadan kopuk yaşantısı teknolojik gelişmenin sonucudur…… Radyo, motorsiklet, çim biçme makinası gibi gürültü çıkaran araçlar birçok rahatsızlık yarattı. Eğer bu araçların kullanımı serbest olursa, sükunet isteyen insanların canı sıkılıyor, yok eğer bu araçların kullanımı kısıtlanırsa, bu defa da bu araçları kullanan insanların canı sıkılıyor. Oysa bu araçlar eğer hiç icat edilmiş olmasalardı, böyle bir sorun olmayacaktı.

İlkel toplumlarda doğal dünya çok yavaş değişir, bu durağan ve güvenilir bir çevre demektir. Modern dünyada insanlar doğaya hükmeder, ve modern toplum teknolojik değişikliklere bağlı olarak sür’atle değişir, bu ise durağan ve güvenilir bir çerçeve oluşturulmasını olanaksız kılar. Tabii ilkel çağlarda da, yavaş da olsa bir değişim vardı, ancak değişiklik modern çağ insanına empoze edilmekte, dayatılmaktadır.. Oysa 19. yüzyılın öncüleri değişimin kendileri tarafından, kendi irade ve istençlerinin bir sonucu olarak yapılmakta olduğu hissini duyumsayabilmekteydi.

Muhafazakarlar mantıksızdırlar. Hem geleneksel değerlere bağlıdırlar, hem de teknolojik gelişmeyi ve ekonomik büyümeyi savunurlar. Anlaşıldığı kadarıyla, sonunda geleneksel değerlerin kaçınılmaz olarak parçalanmasına yol açacak olan ani teknolojik ve ekonomik değişikliklerin toplumun diğer alanlarında da ani ve köklü değişikliklere yol açmakta olduğunu bir türlü anlayamamaktadırlar.

Yaşamımız, bir nükleer santraldeki güvenlik standartlarının ne kadar iyi korunup uygulandığına, ya da yiyeceklerimize ne miktarda böcek ilacı karışmasına veya havaya ne kadar kirlilik karışmasına izin verildiğine bağlı. Bir iş sahibi olup olamayacağımız çoğunlukla hükümetlerin aldıkları kararlara, şirket yönetcisi ve ekonomistlerin kararlarına bağımlı hale gelmekte. Pek çok birey, kendilerini bu tip tehditere karşı güvenceye alamamakta ya da belli oranda alabilmektedir. Bireyin güvenlik ihtiyacı karşılanamamakta bu da kalıcı bir güçsüzlük duygusuna neden olmaktadır. Modern insan, hiçbir şekilde karşı koyamadığı, son derece çaresiz kaldığı, nükleer kazalar, yiyeceklerdeki kanserojen maddeler, çevre kirliliği, savaş, yükselen vergiler, büyük organizasyonlarca kişisel mahremiyetinin tecavüze uğraması, ulusal boyutta sosyal ve ekonomik olayların bireysel yaşam biçimini etkilemesi gibi tehditlerle birlikte yaşamaktadır.

Tabii, ilkel insan da kendisini tehdit eden bazı unsurlara karşı çaresizlik içindeydi, hastalıklar örneğin. Ne var ki hastalık riskini sosyal olarak kabul edebiliyordu. Hastalık, doğanın bir parçasıydı, kimsenin hatası değildi. Oysa modern zamanlarda ortaya çıkan tehditler insan yapısıdır. Şans eseri değildir. Bireye, düşünce ve davranışlarını etkileme, değiştirme olanağı olmayan kişilerin aldıkları kararlar sonucunda dayatılan şeylerdir. Bu durumda da kişi kendisini hayal kırıklığına uğramış, aşağılanmış, ve kızgın hissetmektedir.

Günlük yaşamımızda bizi çepeçevre sarmalamış olan açık ve gizli kurallarla birlikte yaşamaktayız. Tüm bu kurallar, modern endüstriyel toplumun çalışabilir olması için bir zorunluluktur. Her ne kadar bazı konularda nasıl ve ne şekilde davranacağımız belirlenmiş ve denetim altına alınmışsa da, bazı konularda da oldukça serbesttir modern insan. Sistemin çalışmasını ilgilendirmeyen her türlü davranışımızda özgürüzdür, sistemi tehdit etmemek kaydıyla istediğimiz dine inanabiliriz, korunmalı sex yaptığımız sürece canımızın istediği insanla yatağa girebiliriz vs.. Önemsiz konularda kesinlikle özgürüzdür, ama önemli konularda, sistem gittikçe artan oranda davranışlarımızı denetleme eğilimindedir.

Bilim adamlarını bilimsel araştırmaya iten nedenler olarak ileri sürülen ‘merak etmek’ ya da ‘insanlığın yararına bir şeyler yapmak’ gibi konular aslında gerçek ve geçerli nedenler değillerdir. Örneğin Dr Teller’in durumun ele alalım, kendisi nükleer santrallerin geliştirilmesinde çalışmış ve önemli katkıları olmuştu. Bu katkıları insanlığa yararlı olmak için mi yaptı? Eğer öyle idiyse, neden madem insanlığa diğer faydaları düşünmedi? Eğer bu kadar insani idiyse, niçin Hidrojen bombasının geliştirilmesine katkıda bulundu? Diğer pek çok endüstriyel gelişme gibi, nükleer santrallerin insanlığa gerçekten yararlı olup olmadığı konusu da sorgulanmaya oldukça açık bir konudur. Ucuz elektrik, birikmekte olan radyoaktif atıkları ya da kaza tehlikelerini göz ardı etmemizi sağlayacak kadar önemli midir? Açıkçası, Dr Teller’in nükleer güç ile ilgili çalışmaları insanlığın yararı için değil, kendi kişisel çalışmalarının uygulanabilir olmasını görmek dürtüsü ve bundan aldığı haz nedeniyle olmuştur.

Aynı şey bazı istisnalar dışında tüm bilim adamları ve bilim dalları için de geçerlidir. Bunları motive eden şey merak ya da insanlığa yardımcı olmak hevesi değildir. Asıl amaç güç arayışı safhasını geçmektir, bir amaç sahibi olmak (çözülecek bir bilimsel problem), çalışmak (bilimsel araştırma), amaca ulaşmak (sorunun çözümü.) Bilim, bilim adamının işten aldıkları haz nedeniyle yapılan bir iştir. (Tabii buna sadece bu kadar basit bakamayız, para, statü vs gibi başka motivasyon kaynakları da olduğunu biliyoruz, ama temel olarak bilimsel çalışma bir zevk işi, kişisel tatmin için yapılan bir iştir.)

Facebook Comments
Paylaşmak ister misiniz?
    Yazdır       Email