Yüklüyor...
Buradasınız:  Giriş  >  Zavallı bir yok oluş  >  Okumakta Olduğunuz Yazı

ZAVALLI BİR YOK OLUŞ 1

Yazar:    /  17 Mart 2019  /  ZAVALLI BİR YOK OLUŞ 1 için yorumlar kapalı

    Yazdır       Email

Değerli okuyucular, aşağıda okuyacak olduğunuz yazı dizisinin ilk halini, yıllar önce kaleme aldım ve www.kahvemolasi.com internet sitesinde yayınlandı. Zaman içinde, güncelliğini kaybetmek şöyle dursun, gittikçe daha da güncelleşti, ve zaman zaman yeni eklentiler yaparak zamanın gelişmelerine uyarlanması çabalarımı da sürdürdüm. Esas olarak, insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor sorusuna cevap arayan bu dizi yazı, konuya ilgi duyanlar için yeni ufuklar açabilme potansiyeline sahiptir diye düşünerek, bu platformda da paylaşmak istedim.

Buyrun:

Eğitim ve vizyon konularıyla uğraşan küçük bir toplantı/mail grubuna üyeyim. İki hafta kadar önce bir mesaj geldi bu gruptan. Bir internet linkine gidip oradaki bir yazıya göz atması isteniyordu grup üyelerinin. Fazla yoğun olmadığım bir anda söylenen adrese gittim ve gerçekten çok çok ilginç bulduğum bir yazı ile karşılaştım. Konu öylesine ilginç geldi ki bana, daha da derinlemesine araştırmak gereksinimi doğdu. İlgili diğer adreslere gidince de, gittikce daha enteresanlaşan bir başka hikaye ile karşılaştım. Hem bir bilim adamının olağanüstü ilginç serüveni, dramı hem de dünyanın ve insanoğlunun sonu ile ilgili benim çok merakımı uyandıran konular..Girdiğim adreslerde bulduğum tüm metinleri bastım. Elimdeki belki 200 hatta 250 sayfalık dokümanla 9 günlük bayram tatili dahil boş bulduğum her zamanı kullanarak, şimdi okumaya başlayacağınız mini yazı dizisi çıktı ortaya.

Peşinen söylemek isterim, konu bilimsel ve futuristik yönler içeriyor. Bu nedenle tüm okuyucuların ilgi alanına girmiyor olabilir. Ancak, bu dünyada var olan, insanlığa bir anlam ve misyon yükleyen her bireyin okuyup fikir edinip kendi duruşunu belirlemesinde yarar olduğunu zannettiğim bir konu bu. Bu nedenle az ilgi duysanız da okumanızı öneririm. İnsanın geleceği, bilimsel etik gibi konularla ilgili olanların çok heyecan duyacaklarını zannediyorum.

Aşağıdaki yazıya Wired dergisinin 2000 yılı Nisan sayısında yayınlanmış olan ‘Why the future doesn’t need us’ başlıklı makale temel kaynak oldu. (Bu yazıyı takiben yayınlanacak olan yazılar pek çok değişik internet sitesinden çevirilip derlenmiştir, yararlanılan tüm kaynak adresleri dizinin sonunda ayrıca verilecektir.)

Teknolojik gelişmenin geleceğinde insana yer yok!

Küçük Bill, bir Eylül sabahı devasa binanın önünde babasının kucağından indiğinde, nereye gelmiş oldukları konusunda hiçbir fikre sahip değildi. Sadece çok büyük bir bina.. Babasının elini tutup merdivenleri tırmanmaya başladıklarında-aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen- sanki heyecandan minik elinin babasının avcu içinde terlemiş olduğunu anımsar gibi oluyor. Yüksek tavanlı uzun koridorlardan ilerleyip, bir odaya girdiklerinde, babası kocaman ahşap masanın arkasında oturmakta olan adamın elini sıkıp sohbete dalınca, Bill etrafa bakındı. Oyuncak niyetine bir şeyler var mı diye geçirdi içinden, yoktu.. Her taraf üzerlerinde çok, ama pek çok kitap ve dosyalar yığılı raflarla çevriliydi. Az sonra masadaki adam onu yanına çağırdı, dizine oturttu ve arkasındaki raftan çektiği bir çocuk kitabını önüne koyup, yumuşak bir sesle ‘Bize şunu okur musun Bill?’ dedi. Dizinde oturmakta olduğu adamın okul müdürü olduğundan habersiz, üç yaşına yeni girmiş olan küçük çocuk önüne konulan kitabı oldukça düzgün ve zorlanmadan okumaya başladığında her iki adamın da yüzlerinde şaşkınlık ve hayranlık birlikte ışıdı, sessizce başlarını sallıyarak, minik dudakların kıpırdamasını seyredip, insana huzur ve umut veren ince sesini dinlediler.

Çok kısa bir süre önce, Sun Microsystems firmasının baş bilim insanı olarak çalışmakta olduğu kurucu ortaklığından ayrılmış olan, Java ve Jini programlarının tasarımcısı ve geliştiricisi, bilgisayar dilleri konusunda günümüzün en saygın kişilerinden, Fortune dergisince Internet’in Edison’u diye adlandırılan Bill Joy’un eğitim hayatı böylece başlamış olacaktı. Takip eden yıllarda üstün zekasından dolayı kah sınıf atladı, kah arkadaşsız kaldı, ama bilimsel üretkenliği sürüp gitti..

Bilimin iyi ve insan için yararlı olduğuna ilişkin sarsılmaz inanç ve ön yargısıyla yıllarca çok önemli projelerde çalıştı, konferanslar verdi.. Taa ki.. 1998 yılında bir konferanstan sonra otelin lobisinde, körlere kitap okuyan makine dahil, birçok ilginç buluşa imza atmış olan, tanınmış mucit Ray Kurzweil  ile sohbete başlayıncaya kadar. Ray ve John Searle (Berkeley’de felsefe hocası) az önce birlikte verdikleri konferansı bitirmişler ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı. Sohbetin konusu teknolojinin bu hızla gelişmesi halinde, özellikle 21. yüzyılda ulaşılacak olan gelişmeler sonunda bizleri nasıl bir gelecek beklediği idi.

 

 

 

Bu önemli bilim insanlarının mutabık kaldığı nokta şuydu, ‘biyolojik türler, evrimsel olarak kendilerinden daha üstün bir türle karşılaştıklarında, neredeyse hiçbir zaman sağ kalmamışlardır’ 21. yüzyılda, akıllı robotların sahneye çıkmasıyla da aynı şey olacak, insan türü kendisinden evrimsel olarak daha üstün olan bu türle karşılaştığında, pek de uzun olmayan bir süre içinde dünya üzerinden silinecektir.

Bu tehdide örnek olarak da Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında gelişmiş olan farklı türlerin durumunu gösterebiliriz. İki kıta, eskiden Panama kanalındaki bir yarıkla ayrı olduğu için (yaklaşık 10 milyon yıl evvel), iki kıtada gelişmiş olan yaşam formlarının birbirleriyle temas olmaksızın ayrı ayrı gelişti, ve on milyon yıl kadar önce, iki kıtanın birbirine yaklaşması sonunda, Panama kanalındaki aralık kapandı ve bir kıtadan diğerine yürüyerek geçiş mümkün oldu… Hemen hemen BİN YILLIK bir süre içinde de Güney Amerikadaki keselilerin, Kuzey Amerika’daki plasentalı memelilerce biyoloji sahnesinden silinmiş olduğunu biliyoruz. İnsanların akıllı robotlarla karşılaşmaları da aynı sonucu doğuracak, ve çok da uzun olmayan bir zaman içinde, robotlar insan türünü tarih sahnesinden silecekler. Evet bir otelin lobisinde sohbet etmekte olan bu saygın bilim adamlarının mutabık kaldıkları, insanı şaşkınlığa düşüren öngörü buydu…

Yirminci yüzyılda geliştirilmiş olan kimyasal, biyolojik, nükleer teknolojiler ve bunlardan kaynaklanan tehditler de büyüktü şüphesiz. Ama 21. yüzyıla damgasını vuracak olan Robot ve Gen teknolojisi ve Nano teknolojilerin 20. yüzyılın atom, kimya ve biyo teknolojilerinden önemli bazı farkları var, bir bomba örneğin, hidrojen bombası bile olsa, bir kez patlayabilir ve bunun bile olabilmesi için insan kararı ve bilinci gereklidir. Ama robotlar, mühendislik evrimi geçirmiş organizmalar ve nanobotlar kendi kendilerine çoğalabilirler. Aniden çoğalmanın başlaması halinde durum sür’atle kontrolden çıkabilir. Bilindiği gibi, bilgisayar işinde de bu tip bir tehdit vardır, kendi kendini kopyalayıp çoğalan bilgisayar virüsleri. Bilgisayar işinde, böyle bir sorun olması halinde bir network yavaşlar ya da çalışamaz hale gelir. Oysa, nanoteknoloji ya da robot teknolojisinde kontrol dışına çıkmış bir üreme, fiziki dünyayı tehdit eden bir tehlike halini almaktadır.

İlk bakışta bizlere sınırsız bir hayat, sağlıklı bir bünye vs vaadeden bu teknolojiler, aslında içten içe gizli ve çok da büyük bir tehlike barındırmaktalar. 20. yüzyılda örneğin nükleer bir bomba yapabilmek için çok zor bulunabilen bir hammadde ve uzun zaman çok sıkı koruma altında tutulmuş olan bazı bilgilere gereksinim vardı. Biyolojik ve kimyasal silah üretmek için de büyük ölçekli tesisler ve faaliyetler gerekiyordu. Oysa nanoteknoloji ve genetik sadece bilgiye dayalıdır. Küçük bir laboratuarda üretilebilecek olan yeni bir organizma, ya da nanobot, dehşet verici bir sür’atle çoğalabilme kapasitesiyle tüm dünyayı tehdit edebilecek bir düşman haline gelebilir.

Ulaşılmış olan teknolojik ivme dikkate alındığında, ilk yapay zekalı robotun 2020-2030 yıllarında üretilebileceği öngörülüyor. Bu aşamadan sonra kendi kendini üreterek çoğalabilecek olan bir robotun ortaya çıkması çok kısa bir zaman alacaktır şüphesiz. İlk akıllı robotun üretilmesi ile birlikte, artık insan beyninin bir robota aktarılması ve böylece insana ölümsüzlük kazandırılması da mümkün olabilecek.. Tabii bu gelişimin sonunda ortaya çıkacak olan “insanın”, ne kadar “insan” sayılabileceği, ayrı bir tartışma konusudur.

Dünya tarihinde ilk kez bir tür kendi gönüllü faaliyetleri sonucunda kendi varlığını ve hatta belki de diğer pek çok türün de varlığını tehdit eder hale gelmiştir.

Güneş sistemimizin ömrü 5 milyar yıl olarak hesaplanıyor. Eğer Andromeda takım yıldızı ile önümüzdeki 3 milyar yıl içinde, muhtemel olan çarpışma gerçekleşmezse, 5 milyar yıllık bir ömrü var sistemimizin. 3 ya da 5 milyar yıl içinde, türümüzün devamını sağlayabilmek maksadıyla, evrendeki diğer yıldızlarda koloniler kurmaya başlamamız gerekiyor. Ne yazık ki bazı bilim adamlarına göre bu kadar süremiz kalmadı. Bu yüzyılın ortalarına kadar! uzayda bir koloni oluşturabilmek amacıyla sür’atle gezegeni terk etmek zorundayız, aksi halde insan türü evrenden bir daha ortalarda görünmemek üzere yok olabilir. Konu üzerinde akıl yormuş olan pek çok bilim adamının üzerinde mutabık kaldığı çözüm, mümkün olan en kısa sürede teknolojik gelişmenin alanları ve ilerlemenin hızı konusunda ortak bir karara varılması, ve bazı teknolojilerin bir daha kurcalanmamak üzere terk edilip, çöpe atılması!

İnsan mutlu olmayı istiyor, ama daha fazla bilgi ve daha fazla şeyler için topyekun bir kaybı göze alıp almamayı sorgulamanın zamanı geldi. Aklımız materyal ihtiyaçlarımızın bir sınırı olması gerektiğini söylüyor, ve eğer belli bir çeşit bilgi çok çok zararlı olma potansiyeli barındırıyorsa içinde, o zaman o bilgiyi hiç elde etmemeyi kabullenmeyi de başarmalıyız.

İnsanlık tarihi boyunca değişik idealler koydu kendisine. En başlarda dünyadaki yaşam bir labirent gibi tasavvur edildi, bir acılar labirenti. Sonunda ‘sonsuzluk’ olan bir kapıya ulaşılan bir labirent. İlk ideal sonsuzluktu. Tüm bu piramitler, mozoleler.. bunun için yapılmıştı..

Sonra özgürlük idealini yaptı insan.

Daha sonraki dönemlerde de eşitliğin daha yüce bir ideal olacağı düşünüldü.

Şimdi yeni bir ideal oluşturmaya çalışıyor insanlar, altruizmden kaynaklanan ‘kardeşlik’ (Ayn Rand fena halde kızacaktır buna!!) Kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda bulan bir anlayış. Ama sanki sonsuzluk idealinden de vaz geçmiş değil pek insanlık ve insanlar…

Sonsuzluğa ulaşmak, robot teknolojilerini gerektiriyorsa, ve bu da ciddi tehlikeler barındırıyorsa koynunda, o zaman insanın ideallerini yeniden düşünmek durumundayız.

Facebook Comments
Paylaşmak ister misiniz?
    Yazdır       Email